Aileyi Değerlerimizle Tahkim Etmeliyiz
Aile; İnsanoğlunun dünyaya gözlerini açmakla mensup olduğu en temel sosyal nüve. Evlilik; içinde kendilerini “biz” görenler mutluluğu huzuru yakalıyor. Evlilik; benliklerin rekabet ettiği bir hal aldığı zaman bütün güzelliğini kaybediyor, sonunda Kanunda ki ifadesiyle eşlerin “ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılıyor” ve sürdürülemez hale geliyor.
Geçmişte istisnalar dışında bir ömür devam eden evliliklerin günümüzde her geçen gün artan oranlarda boşanmalarla sonuçlanması hanelerin huzurun değil, çatışmanın merkezi haline gelmesi hep birlikte kaybettiğimiz bir şeylerin olduğunu gösteriyor ve görünen o ki kaybettiklerimizi yerine koymadıkça bu kötüye gidiş devam edecek.
Kadın ve erkek hukuk önünde eşit kabul edilse de birbirlerinin aynısı değil. Aynı olmayana tek tip muameleyi emreden adaleti eşitliğe indirgeyen yada pozitif ayrımcılıkla adaleti sağlayacağını varsayan anlayış ne adaleti ne eşitliği sağlayabildi.
Çünkü; cinsiyet, sadece biyolojik bir farklılıktan ibaret değil. Aynı zamanda ruhi, akli ve kültürel yönleri de bulunan insanüstü bir takdirdir. Kadın çok daha hassas süreci önemseyen duygusal, müşfik, merhametli bir yaradılışa sahipken erkek sonuç odaklı çoğu zaman aklı duyguların önüne koyan, korumacı bir yaradılış olarak karşımıza çıkıyor. Bu durumu göz ardı ederek kadından erkek gibi erkekten da kadın gibi olmasını bekleyip bu şekilde ortada ayarlarıyla oynanmış tek bir cinsin hedeflenmesi bunun meşru ve popüler gösterilmesi maalesef aileyi ve toplum tehdit etmektedir.
Fıtratı yok sayan bu anlayış yanı sıra bugün şiddeti önleme bahanesiyle toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim güvencesi, kadının beyanının esas alınması, ömür boyu nafaka, gibi kültürel kodlarımızla çatışan dayatmalar, evliliği bir ticari sözleşme gibi gören yaklaşımlar aileyi kurma ve sürdürme düşüncesini örselemektedir.
Çare olarak sunulan metinler ise temelini milli kültür kodlarımızdan almıyor, güvence gibi sunulan süslü kelimelerle aile kurumunu baltalıyor. Maalesef evlenmek, mutlu bir yuva sahibi olmak hayali her geçen gün cazibesini yitiriyor. Peki çözüm nedir ne olabilir ? Evlilikleri ve aileyi nasıl yeniden bir huzur adası haline getirebiliriz? Bunun için CEDAW’a, İstanbul Sözleşmesine, 6284 sayılı Kanuna yâda Batı Kanunlarından tercüme yoluyla edindiğimiz yasalara ihtiyacımız yok.
Öncelikle batıdan geldiyse doğrudur ve meşrudur algısından artık kurtulmalıyız. Eşlerin birbirleri üzerinde hakları olduğunu, evlilikte sevgi saygı, sadakat ve kanaatin bitmek bilmeyen hazineler olduğunu idrak etmeliyiz. Evlilik içinde eşlerin birbirilerinden, evlatlarından ve toplumdan hakların neler olduğu yâda olmadığını kendi manevi, milli ve örfi değerlerimizi referans alarak yazılı hale getirmeli ve güvence altına almalıyız. Huzursuzlar için ilk adres olarak Mahkemeleri göstermekten vazgeçmeliyiz.
Hayatın her zaman toz pembe olmayabileceğini bilmeli ve evlatlarımıza öğretmeliyiz. Hepsinden önemlisi ailede her soruna çare mahiyetinde Peygamber Efendimizin “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım." hadisine hep birlikte kulak vermeliyiz. Köklü aile yapımızla biz kültürde medeniyette tartışmasız Batıdan üstünüz. Küllenmiş değerlerimizi sönmeden yeniden canlandırdığımız zaman belki de son şansımızı değerlendirmiş olacağız.