Bu çocuklardan 14 milyon 540 bin 339’u resmi, 1 milyon 174 bin 409’u özel okullarda; 1 milyon 874 bin 220’u ise açık öğretim kurumlarında okuyor.
Temel eğitim kademesinde resmi okullarda eğitim gören 11 milyon 79 bin 517 öğrencinin yüzde 9,2’si (1 milyon 17 bin 436) okul öncesi; yüzde 46,3’ü (5 milyon 128 bin 664) ilkokul ve yüzde 44,5’i (4 milyon 933 bin 417) ortaokullarda bulunuyor.
Rakamlar insanı şaşırtan boyutlarda ve asıl mesele belki de bu çoklukla ilgili. Çok okul, çok öğrenci, çok öğretmen, çok servis. Çok ihtiyaç, çok sorun. Her biri ayrı başlıklar altında analiz edilip planlanması gereken konular. Üzerinde epey düşünülmesi, her tür ihtimalin ve riskin hesaplanması gereken konular. Tutarlılık, ciddiyet ve gerçek bir iradeyi de gerektiren.
Pisa’ya göre matematikte en sonlardayız. Peki ya okul kültüründe, ekoloji bilincinde? Milli duyarlılıkta, dilde? Okullarımız dünya kalite standartlarının ne kadar yakınında ya da uzağında? Bilim, edebiyat, sanat kültürümüz ne durumda, bedenlerimizi ne kadar tanıyor, sağlıklı düşünebilmekle ne kadar ilgileniyoruz?
Pisa bu sorulara cevap veremez. Çünkü PİSA sadece ülkelerin ortaokul matematik başarı düzeylerini test ediyor. Biz de cevap veremeyiz çünkü bu tür soruların cevaplarıyla ilgilenmiyoruz.
Türkiye çok büyük ve merkezi idare ile yönetilen bir ülke. Birbirine uzak sahaların, sahaya yabancılıkların da ülkesi. Bu sebeple bir uçtan bir uca her tür ihtimalin, değişkenlerin hesaplanmasını zorunlu kılan bir ülke. Ve bu, eğitim -okul- konusu, tarım, sağlık, ekonomi, ulaşım gibi disiplinlerin çalışma sahalarındaki sorunlardan daha çetrefil, daha derin sorunları kapsıyor ve nihayetinde konuyla ilgili gerçek bir bilgeliği ve iradeyi zorunlu kılıyor.
Mesela fındık taban fiyatlarını yeterli bulmayan üretici, sesini (medya aracılığıyla) bir şekilde Ankara’ya duyurup, şikayetlerini dile getirdiğinde, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba meseleye dahil olup (tüm fındıkları alacakları sözünü vererek) bir çözüm yolu sunuyor ve üreticileri ikna edebiliyor. Oysa eğitimle ilgili sorunlar tek bir politikacının insiyatifini aşabilen derinlikte sorunlar. Milli Eğitim Bakanlığı okul ve eğitim sorunlarının dışında öğretmen atamaları, eş durumu tayinleri, müfredat programları, okul kitaplarının basımı, idareci atamalarına ek olarak yapılan işleri denetlemek ve doğru yürütmekle de mükellef. İşin içine öğrenci servisleri, servis şoförleri, kantinlerdeki atıştırmalıkların da dahil edildiğini düşünürsek meselenin ne kadar çok boyutlu olduğunu anlayabiliriz.
Asıl meselelere ise bir türlü odaklanılamıyor sanki. Ya da sıra gelmiyor. Türkiye’deki eğitimin ruhu, niteliği ne durumda, nasıl olmalı gibi cevap bekleyen sorular hep muallakta kalıyor ve belirsizliğini koruyor. Ne yazık ki.
Çocuklarımız milli kültürümüzden neden gittikçe uzaklaşıyorlar? Okullardaki şiddet neden hız kesmeden devam ediyor? Kitap okuma oranları niye çok düşük? İnternet bağlımlılığına niçin bir çözüm bulamıyoruz? Gençlerimizin kafası neden bu kadar karışık? Sorumluluk almakta neden zorlanıyorlar?
Sadece okul yapmak ve okul açmak kafi değildir asıl önemli olanı ideal bir okul kültürü ve felsefesinin olduğu okulları hayata geçirebilmektir. Oysa okullarımız bugün sadece yazılı notlarına, testlere ve kıran kırana yarışlara odaklanmış durumda. En iyi okul algısı, öğrencisini milli kimliğini koruyarak, dünya kültürü ile yetiştiren okullar olmalıyken halihazırda en iyi okul olarak anılanlar, öğrencilerinin TEOG ve YGS, LYS başarısı üst sıralarda olanlar. Ne yazık ki.
Açılan yetiştirme, destekleme kursları da okulların gerçek rolünü gölgelemekte. Ve sosyal faaliyetlere alan bırakmamakta. Dershaneler kapandı ancak neredeyse tüm okullar dershane haline geldi. Öğrenme ve araştırma sevgisi yerini rakiplerini eleme anlayışına terk etti. Yani’ ‘öğrenmeyi öğrenmek’ yerine her tür bilgiyi formüllere indirgeyen, günde en az 150-200 soru çözmediğinde kendini suçlu hisseden çocuklar, gençler var. Ya da okullardaki yarışa ayak uyduramayan ve kendisini değerli hissetmeyen öğrenciler var. Ki çoğu ya okulu bırakıyor ya da öğrenilmiş çaresizlik duygusu eşliğinde başka arayışlara yöneliyorlar. Bu çocuklara bir aidiyet duygusu veremiyor okullarımız.
Ailelerin işi de hiç kolay değil. Çoğu aile günümüz dünyasının bu zorlu koşullarında (bilinçsizce) panik halinde adeta komşunun tavuğunu kaz görerek çocuklarını bir yarış atı haline getirmekte. Ve çocuğuna koşulsuz bir sevgiyle değil, yüksek bir beklentiyle yaklaşmakta.
Gerçek bir eğitim politikasına ihtiyacı var Türkiye’nin.. Topyekün. Sadece okullarda, sınıflarda değil, evlerimizin içinde de pedagoji bilgisine (farkındalık kültürüne) ihtiyaç var. Birçok anne-baba, sağlıklı iletişim ve ebeveynlik bilgisine uzak ve muhtaç. Bu nedenle suçlanamayacak kadar suçsuz ve sorumluluk alamayacak kadar bilgisiz.
Kendi geleneksel dünyasından ayrılıp, şehirlere göç olgusu da meselenin başka bir boyutu.
Eğitimle ve müfredatla ilgili tartışmalar ise hız kesmeden devam ediyor. Burada bir özdeyişi dile getirmenin de tam sırası: “Tartışırken doğrular kaybolur.”
Her tartışma konunun bam tellerine yaklaştırmıyor, aksine asıl meselelerden uzaklaştıran bir istikamette ilerliyor.
Bu kadar kalabalık bir öğrenci nüfusu olan ülkemizin bu büyük potansiyeli heba etmemesi, milli bir servete dönüştürmesi dileğiyle.
Yeni eğitim-öğretim yılı tüm milletimize hayırlı olsun.