Geleneksel Toplum
29.11.2020 - 17:27

SEMA KAVAK

SEMA KAVAK

Geleneksel Toplum

Geleneksel toplumlarda, bir kadın ve erkeğin ilişkilerinin resmiyete dönmesiyle beraber oluşan ilk ortak hayaldir anne baba olmak… bu heyecanlı yolculuğa çıkışta her şey toz pembe hayallerle başlar ve öyle ilerler. Odası nasıl olsun, kim bakacak, hangi oyuncakları alalım, vb. derken cinsiyeti ne olacak, adı ne olacak, kime benzeyecek söylemleri ortada dolaşmaya başlayıncaya kadar. Bu söylemler bazen karı koca arasında kalamayınca, iki tarafın anne babalarına hala ve teyzelerine kadar ulaşabilir. Çocuk doğmadan ilk tatlı ya da bazen çok ciddi gerginlikler de böylece başlar. Bu durumun boyutu öyle bir noktaya gelir ki çocuğun sağlıklı bir şekilde dünyaya gelip gelmeyeceği bile göz ardı edilir.

Yine böyle bir durumun sonunda kucaklarına erken doğum, oksijensiz kalma, down sendromu, cerebral palsy, yaygın gelişimsel bozukluklardan otizm, gelişimsel gerilik, epilepsi ve daha nice farklı tanılanan çocuklardan biriyle karşı karşıya geldikleri ana kadar… işte o an çocukla ilgili kurulan tüm olumlu hayallerin tatlı telaşların yerini suçlamalar alır. Çoğunlukla da kadına anneye dair bir suçlama gelişir. Ardından da çocuğuyla beraber yalnız bırakılma durumu oluşur. Sen doğurdun sen bak çığlıkları etrafta yükselirken, henüz lohusalığının bile tadını çıkaramamış, bir evlat sevgisi yaşayayım derken evlat acısıyla her şey kursağında kalan anneler kadınlar…

Yaklaşık 20 yıldır Özel eğitime ihtiyaç duyan, özel gereksinimli çocuklarla çalışan bir psikolog olarak, anneleri çoğunlukla yalnız görmek ve artık yılların getirdiği yorgunluklarla baş etme çabalarında psikosomatik rahatsızlıkları (fiziksel hiçbir bulgusu olmadığı halde elde kolda uyuşma, ağrı, baş dönmeleri, vb.) , depresyonu, sosyal fobiyi, anksiyete / kaygı bozukluklarını ve obsesif kompulsif bozuklukları / takıntılı davranış ve düşünmelerini yoğun olarak görüyor olmak beni bugün bu yazıyı yazmaya itti.

Sevgili babalar, kayınvalideler ve akrabalar… hiçbir anne özel gereksinimli bir çocuğa sahip olmak için bu yolculuğa çıkmıyor… bu yolculuk normal çocuğun gelişim sürecindeki gibi çok da olağan gitmiyor… nöbet geçirecek korkusuyla 15 yaşındaki kızıyla yan yana nefes nefese yatan bir annenin, gece uykusu düzenlenmemiş huzursuzlukları gece artan bir otistik çocuğa eşlik ederek sabahlayan bir anneden bahsediyoruz. 17 yaşına gelmiş öz bakım becerilerini yerine getiremeyen bir erkek çocuğun banyosunu yaptıran, gezmeye gittiğinde çocuğunun aynı yaştaki diğer çocuklarla arasındaki farkı gördüğü her an içi yanan bir kadından bahsediyoruz. Okula gittiğinde kapı önünde bekleyen tek anne olmaktan bahsediyoruz. Görüntüsünden davranışından dolayı sürekli farklı bakışlara maruz bırakılan, akraba oturmalarına davet edilmeyen bir anneden bahsediyoruz. Kendi hastalandığında çocuğunu bırakacak hiçbir akraba ya da paralı bir kuruluş bulamayan bir anneden ve daha yaşadığı birçok şeyi anlatırken kelimelerin boğazda düğümlendiği bir anneden bahsediyoruz.

Böyle bir anneden eşiyle, akrabalarıyla çevresiyle ilişkilerini organize edebilmesi bekleniyor. Oysa ki, babanın görevi para kazanan, evin ve çocuğun ihtiyaçlarını gideren bir pozisyondan öteye geçmeli… akrabalar ise daha çok destek veren ilgi gösteren bir konuma geçmeli… eğer siz birinci derece yakınları olarak bunu yapamıyorsanız, dışardakiler, yerel yönetimler, okullardaki öğretmenler, vb. bu çocuğu ve anneyi kabul etmeyen herkes haklı konumda olacaklar.

Oysa ki kime sorsanız inandıkları dinde koşulsuz hoşgörü ve kabul var… ancak her zaman ki gibi önce en yakınımızdakine göstermemiz gerekeni, en son layık görmemiz de insanlığın en doğal hali.

  • Beğen
YORUM YAZIN