
Yoklukla Büyüyenler, Varlıkla Tükenenler
Eskiden yoklukla yoğrulurdu insan. Bir çift ayakkabıyla okula gider, defteriyle kalemiyle savaşırdı. Her şey azdı ama değerliydi. Bir lokma ekmeğin bile kıymeti vardı. O günlerin çocukları, hayatı erken yaşta tanır; sorumlulukla, mücadeleyle, sabırla büyürdü. Zorluk içinde olgunlaşır, yokluk içinde insanlık büyütülürdü.
Bugünse konfor çağındayız. Konfor kandırır. Mücadele olgunlaştırır halbuki. Her şey elimizin altında. Aç kalınmasın, üzülünmesin, yorulunmasın diye çocuklarımızı pamuklara sarıyoruz. Ama fark etmeden onların gelişim, tekamül yoluna set çekiyoruz. Çocuk, acıkmadan kıymet bilmiyor. Yorulmadan rahatın değerini anlamıyor. Her istediği önüne serilince, emek vermenin anlamı silikleşiyor. Emeksiz büyüyen , hayatta küçülüyor. Bir nesli konfor boğuyor. Her şeyi olan ama hiç bir şeyi olmayan mutsuz, umutsuz bireylerle karşı karşıyayız.
Sosyolojik olarak baktığımızda, toplumların gelişiminde en büyük rolü mücadele kültürü oynar. Yokluk dönemlerinde aile bağları daha güçlü, yardımlaşma daha yoğundu. Bugün ise bireycilik arttı; “hazır” olanı talep eden, çabalamadan isteyen bir nesil oluştu. Bu da çatışmayı kaçınılmaz kılıyor. Çocuklarımızı özgürleştirelim derken, onları hayatın gerçeklerine yabancılaştırıyoruz.
Biyolojik olarak da insan bedeni, tıpkı ruhu gibi mücadeleyle gelişir. Kas nasıl dirençle güçlenirse, karakter de zorlukla gelişir. Hazıra alışan beden, küçük bir zorlukta yorulur; zihin, küçük bir başarısızlıkta yıkılır. Oysa terleyen vücut da, sabreden ruh da güç kazanır. Unutmayalım ki kapılar, ter dökenin önünde açılır.
Dinî açıdan da bakıldığında; Kur’an-ı Kerim’de “İnsana ancak çalıştığı vardır.” Emeksiz bir hayat, fıtratımıza da aykırıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dahi, zorluklara sabrederek en yüce mertebeye ulaşmıştır. Konfor değil, sabır yüceltir insanı.
Bugün sorumuz şu olmalı: Neden onca varlık içinde tükeniyoruz? Çünkü hayat sadece sahip olmakla değil, hak ederek sahip olmakla anlamlıdır. Hazır bulduğu, emek harcamadığı hayatı, insan özümseyemez. Çünkü hayat, hazıra değil; hazır olana kapı açar.
Çocuklarımızı her şeyden korumak yerine, onları hayata hazırlamakla yükümlüyüz. Onlara uçurtmayı sadece vermemeli, rüzgâra karşı nasıl tutacaklarını da öğretmeliyiz. Çünkü uçurtmayı göğe çıkaran, rüzgâra karşı duruşudur.
Konfor alanları genişledikçe, karakter alanlarımız daralıyor. Konforla değil karakterle büyütmeliyiz. Her evde, her ailede biraz çaba, biraz sabır, biraz yokluk tadı bırakmalıyız. Zira ter dökmeden, emek vermeden, hayatın izzetini öğrenemeyiz. Mücadele yoksa olgunlukta yoktur. Hazıra konan daima savrulur. Unutmayalım; yol yürüyene, kapı çalışana açılır.