Kadın ve Erkeği Kutuplaştırmak
12.01.2021 - 13:17

N.YILDIZ ERDAL

N.YILDIZ ERDAL

Çocukluğum, kadını ötekileştirmeyen; hayatın “kadın-erkek”birlikte paylaşıldığı, kotarıldığı bir ailede geçti. Kadın ve erkeği önce insan olarak görmemi sağlayan hümanist bir ailede büyüdüm.. Bu yüzden belki de feminist söylemler bana uzaktı.

Erkekler ütü, yemek yapmaz, bulaşık yıkamazdı ve kadınlar da gece yarılarına kadar dışarda çalışıp üstü başı toz içinde eve gelmezdi. Ancak bu konularla ilgili çatışmalara tanık olmadım çünkü her iki tarafta da-her zaman-birbirini takdir eden, yapılan fedakarlıkları gören bir anlayış olurdu. Herkes birbirinin emeğine saygılıydı. Tüm ailelerin de bizim gibi yaşadığını sanır, hayata durduğum o yerden bakardım.

Dedem babaanneme ayrı bir sevgi duyar, her gün getirdiği gazeteleri ona da okurdu. Babaannemin okunan haberlerde geçen sözcükleri yanlış anlamasına kızmaz, bunları bir mizah hikayesine dönüştürürdü. Evin içinde sadece eşit roller değil, paylaşılan bilgiler de vardı. Anadolu’nun küçük bir köyünde, içinde doğup büyüdüğüm o ailenin benim için ne kadar önemli olduğunu bugün daha iyi anlıyorum. Bir çok okulda okudum ancak ailem bende en derin etkiler bırakan, hayatı o verilerle algılamamı sağlıyan ilk okulumdu. Evet bir şeylerin ikiye ayrıldığını sonradan öğrendim. Canlılar ve cansızlar. Bitkiler ve hayvanlar. Okyanuslar ve karalar. Erkekler ve kadınlar. Doğaldı ikiye ayrılan şeyler ve biri diğerinden daha önemsiz değildi. Kadın erkek ayrımını yaparken de belli önyargılarla hareket etmedim, savunmacı bir tutumu benimsemedim. Ben ailemde gördüğüm hürmetle yaklaştım kadın ve erkeğe. İNSAN’a. Ayrıca daha pek çok şeye hürmetle bakmayı öğrenmiştik: Toprağa, yağmura, ekmeğe, suya, kuşlara, balıklara.

Annem sadece kadın değildi önce insandı. Biz “bir kız, iki oğlan” değildik, üç kardeştik. Kıyafetlerimizin, oyunlarımızın, kavgalarımızın bir cinsiyeti yoktu. Çocuktuk ve özgürdük. Büyüdükçe de rollerimizin farklı oluşunu yadırgamadık. Dünya çok büyüktü ve biz hayatın cinsiyetler arası ilişkilerden ibaret olmadığını bilecek kadar dünyanın başka bilgileriyle bilgilendik. Bilgi bizi her tür yanlış bakma ve görme tuzağından kurtardıç Tıpkı Mevlana’nın “Allahım, bana her şeyi olduğu gibi göster”duasında dile getirdiği gibi, olan bitenlere gerçekçi bakmamızı sağladı.

Her ne kadar gazetelerde, haberlerde, tv dizilerinden günlük hayattaki dile kadar bir “kadın- erkek savaşı”nın sözcükleri, gündemi yaratılsa da biz o savaşa inanmadık. Ortada başka bir sorun olduğunu görebildik. Öldüren erkekler ve ölen kadınlar dahi bize bir savaşın tek failleri gibi görünmedi. Yani kadınlar kadın oldukları için ölmüyorlardı, erkekler de erkek oldukları için öldürmüyorlardı. Başka bir şeyler ve failler olduğunu anlamamızı sağlayan bakış açısıyla, hemen suçlama kolaycılığına kaçmadan, taraf tutmadan bakıp görmeye çalıştık. Farklı yerlerde durarak.

Asıl sorunun “kadın ve erkek” çatışması olmaktan çok iletişimsizlik, ekonomik sorunlar, gelişmemişlik, bazı kalıplaşmış alışkanlıklar, roller, önyargılar vb. gibi konularla ilişkili olduğunu görmemek imkansızdı.

Kadın konusunu “kadın fanatizmi”ne çevirip, erkekleri düşman kutup ilan etmek çok yüzeysel ve inatlaşmaları körükleyen bir tutumdu. Asıl sorun kadın olmak, erkek olmak değil birey olamamaktı. Neyi, niçin yaptığını bilme sorumluluğundan uzak insanların, türlü ilişki ağları içinde bağımlılıklar geliştirip, adeta kendi ördükleri ağa hapsolmalarıydı. Ve öfke kontolünü bilmiyordu bu insanlar. Bir avuç suda fırtına kopardıklarını asla göremiyorlardı. Dünyanın büyüklüğünü de görmüyorlardı.

Asıl sorun kadın olmak ya da erkek olmak değildi: iletişimi, insan psikolojisini, hukuku ve daha pek çok bilgiyi bilmeyen insanların birbirlerine fazla odaklanarak kendilerini daracık bir dünyaya hapsetmeleriydi.

Psikolog Merve Otçeken, Türkiye’deki yoğun depresyon olgusunda birinci nedenin, kişiler arası ilişkilere fazla odaklanma olduğunu belirtmiştir. Yani sadece evliliklerde değil, arkadaşlıklarda, sevgi ilişkilerinde, iş ilişkilerinde gereğinden fazla bir yakınlaşma olduğunu ve bu yakınlaşmaların bir süre sonra sorunlar doğurduğunu bildirmiştir. Bunun giderilme yolunun ise sadece insana odaklanmak yerine doğaya ve dünyadaki başka şeylere yönelmek ve farkındalıklarını arttırmaktan geçtiğini söylemiştir.

Ne yazık ki sınırlar koymakta çok başarısız bir toplumuz ve sınırsız bir özgürlükle hareket etmeyi çok eğlenceli buluyoruz.

Bugün Türkiye bir tüketim toplumudur. Sadece eşya, giysi, otomobil, beyaz eşya değil aynı zamanda ilişkileri de tüketim nesnesi olarak gören bir toplum olma yolundadır. Hiç bir konuda derinlikli düşünme alışkanlığı geliştirememektedir.

Türkiye’nin kadın-erkek kutuplaşmalarına odaklanmaktan çok asıl sorunun saptanmasına ihtiyacı vardır. Türkiye’nin bilgi toplumu olmaya ihtiyacı vardır. Türkiye’nin yeni bir algıyla bakmaya ihtiyacı vardır. Sadece kadın erkek ilişkilerine değil, iş ilişkilerine, akrabalık ilişkilerine, aile ilişkilerine... İnsanlarımızın kendileriyle olan ilişkilerine. Ciddiyetle ve sorumlulukla bakması acilen gereklidir.

 Yazımı ,daha önce bir yerde okuyup beğendiğim şu dizeler ile bitirmek istiyorum:

Düşüncelerine dikkat et çünkü onlar sözlerine dönüşür, Sözlerine dikkat et çünkü onlar davranışlarına dönüşür, Davranışlarına dikkat et, çünkü onlar alışkanlıklarına dönüşür, Alışkanlıklarına dikkat et, çünkü onlar senin karakterine dönüşür, Karakterine dikkat et çünkü o senin yaşantın olur

  • Beğen
YORUM YAZIN