Diyabet, vücutta insülin eksikliği ya da insülin etkisindeki defektler nedeniyle gelişen, sürekli tıbbi bakım gerektiren, kronik bir hastalıktır. Türkiye diyabet taraması verileri, ilk defa 1960’lı yıllarda Türk Diyabet Cemiyeti’nin yaptığı çalışmalarda bildirilmeye başlanmıştır. O dönem, glukozürinin sıklığı ile ilgili yapılan çalışmalar 18 yaş üzerinde bireylerin yaklaşık % 1,5-2 arasında bir sıklık bildirirken, bu değer ileri dönemlerde gittikçe artmıştır.
Ülkemizde diyabet sorunu, toplum genelini yansıtan yüksek katılımlı saha çalışmaları ile araştırılmaya devam etmiştir. Bu bağlamda 1997-1998 yıllarında Türkiye genelinde yapılan ‘Türkiye Diyabet Epidemiyoloji Çalışması’ (TURDEP-I), Türk yetişkin (20 yaş ve üzeri) toplumunda diyabet sıklığı % 7.2 olarak bulunmuştur
TURDEP-I’den yaklaşık 12 yıl sonra, yine Türkiye geneli geniş kapsamda yürütülen 18 Ocak 2010 ile 15 Haziran 2010 tarihleri arasında tamamlanan ‘Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrinolojik Hastalıklar Prevalans Çalışması (TURDEP-II)’na göre diyabet sıklığının 12 yılda % 90 oranında artarak % 13.7’ye ulaştığı görülmüştür. Bölgesel diyabet prevalansı Kuzey Anadolu’da % 14,5 ile en az iken, Doğu Anadolu’da % 18,2 ile en fazla olarak tespit edilmiştir. Bu çalışmada özellikle diyabetin sıklığının, Malatya’da % 20, Diyarbakır, Gaziantep, İstanbul, Antalya, İzmir, Eskişehir, Denizli, Ankara ve Konya’da ise % 15’in üzerinde olduğu bildirilmiştir.
Dünya üzerindeki 7 milyar 125 milyon insanın 382 milyonu diyabetli olup, bunlar ülkelere göre; Tokelau % 37,49 ile ilk sırada gelirken, Kuveyt % 23,07 ile 9. sırada, Mısır % 16,80 oranı ile 17. sırada, Türkiye % 14,85 oranı ile 23. sırada, Yunanistan % 4,80 oranı ile 183. sırada, Mali % 1,58 oranı ile 219.cu sırada sırada gelmektedir. Değişik toplumlardaki bu farklı sıklık oranları, genetik belirleyicilerin yanı sıra olası çevresel faktörlerin etkileri nedeniyledir.
Bu durum uluslararası otoritelerin de dikkatini çekmiş ve ‘IDF 6. Diyabet Atlası’nda Türkiye’nin, hem sıklık hem de nüfus açısından Avrupa’da diyabetin en sık görüldüğü ilk beş ülke içinde olduğu bildirilmiştir. Ek olarak aynı yayında Türkiye’nin önümüzdeki 20 yıl içinde diyabetin en sık görüleceği ilk 10 ülke listesine gireceğine işaret edilmektedir.
Diyabete bağlı akut ve kronik komplikasyonlar gelişebilmektedir. Diyabetin kronik komplikasyonları, mikrovasküler ve makrovasküler olarak başlıca ikiye ayrılmaktadır. Bu komplikasyonlardan makrovasküler komplikasyonlar; serebral, periferal, koroner ateroskleroz, hipertansiyondur. Mikrovasküler komplikasyonlar ise başlıca retinopati (göz tutulumu), nefropati (böbrek fonksiyon bozukulukları), nöropati (Periferik nöropati ve otonomik nöropati) dir.
miktarda idrara çıkma, çok su içme, iştah artışı veya iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, ağız kuruluğu, gece fazla idrara çıkmadır. Daha az görülen semptomlar ise bulanık görme, açıklanamayan kilo kaybı, inatçı infeksiyonlar, tekrarlayan mantar infeksiyonları ve kaşıntıdır.
Yukarıdaki semptomlar olduğunda mutlaka diyabet (şeker hastalığı) tanısı veya riski için gerekli tetkiklerin yapılması için önce aile hekiminize veya dahiliye uzmanına, sonra gerekli tedavi ve gelişmiş veya gelişebilecek diyabete bağlı komplikasyonlar için yönlendirileceğiniz diğer uzman ve yan dal uzman hekimlere gitmeniz gerekebilir.
Diyabet tanısı konan kişiler veya diyabet riskli olanlar, yaşam kalitesini bozmadan ilgili hekimin reçete ettiği ilaçları kullanır, beslenme önerilerine dikkat eder, sporlarını yaparlar, göz muayenelerini, idrar ve böbrek tetkiklerini ve kalp - damarsal muayenelerini yaptırırlarsa hiç diyabete yakalanmamış bireyler gibi sağ, sağlıklı, yaşam kaliteleri yerinde yaşayabileceklerini bilmelidirler.
DİYABETSİZ SAĞ SAĞLIKLI MUTLU GÜNLER…